25 Ağustos 2010 Çarşamba

'Dersim Dört Dağ İçinde'

'Dersim Dört Dağ İçinde'
Yazan SadıK YalsıZuçanlaR   
06.12.2009 21:37
 “Ben sizin yalan ve hilelerinizle baş edemedim,
bu bana dert oldu.
Ama ben de sizin önünüzde diz çökmedim,
bu da size dert olsun.”

Seyit Rıza

O yakıcı ağıdı ne zaman, hangi kavimden, kim dinlerse dinlesin mutlaka ciğeri yanar, yüreği lime lime olur. Hikayesi kısmen farklı da olsa, Seyit Rıza ve Dersim’li altmış bin mazlumun ahı tüter ezgilerinde.

Dersim, dört dağ içinde;
Gülü, bardağ içinde
Dersimi Hak saklasın,
Bir yarim var içinde.
Dersim dört dağ içindedir lakin buradaki ‘dağ’ı, geleneksel şiirimizdeki ‘ateş’anlamında okumak daha doğrudur.
Dersim gerçekten de dağlar (yaralar) içindedir, zaten ne zaman Dersim dense yüreğin dağlanması da gösterir ki, Bediüzzaman’ın sık sık hatırlattığı, ‘birinin hatasıyla başkası sorumlu tutulamaz’ Kurani ilkesi bir kez çiğnenmeyegörsün, her yer, her an Kerbela’ya dönüşebilir, mazlumlara, çocuklara, yaşlılara, kadınlara, korunmasız yoksullara kıyılabilir.
Köyler yakılır, Dersim’in dağlarından, vadilerinden kömürleşmiş çocuk bedenlerinin dumanı ve kokusu yükselir.
Birileri ‘iktidar’a itiraz eder, olan masumlara olur.
Bediüzzaman, Dersim yakılırken yüreği en çok yananlardan biri olarak, ‘birinin hatasıyla başkası mes’ul olamaz’ ayetini hatırlatmış ve ‘bir gemide dokuz cani bir masum bulunsa dahi o gemi kanun-ı adaletle batırılamaz’ demişti.
Oysa kurunun yanında yaş da yandı ve aslında ‘vatan’ın yüreğine düşürülen bu ateş, yeni devletin yönettiği bir kriz olarak tarihteki ‘dağdar’ yerini aldı.
Dersim’i, geçen yüzyılın ikinci yarısındaki Avşar kıyımına benzetenler haksız sayılmaz. Yarı özerk bir biçimde yaşayan bu aşiretler, vergi ve askerlik konusundaki tutumları bir yana, Osmanlı’nın kendilerine tanıdığı özgürlüğün devamını umarlar lakin kanlı bir sürprizle karşılaşırlar.
Mizgin’deki bir makaleden öğrendiğimize göre, ilk aşamada Dersim’e yakın bölgelerdeki muhalif güçler bastırılarak çember daraltılır. 1936'da Reisicumhur, meclisin açılış konuşmasında; “dahili işlerimizden en mühim bir safra varsa o da Dersim meselesidir, ezilmesi için ne gerekiyorsa yapılmalıdır” der. 2 Ocak 1936'da yürürlüğe giren bir kanunla Dersim'in adı Tunceli olarak değiştirilir. General Abdullah Alpdoğan, Dersim'e vali ve 3. Umum Müfettişi olarak atanır. Kendisine her türlü tasarruf yetkisi verilir. Alpdoğan, sıkıyönetim ilan eder, baskılara, idamlara başlayarak Dersim'e asker yığar. Sivas, Malatya, Erzurum ve Gümüşhane illeri de bahsi geçen kanunun geçerlik alanına dahil edilir. Böylece ‘Tunceli Kanunu’, merkezi Dersim olmak üzere yerleşik tüm sahayı kapsamına alır. Dersim, bu kanunla “yasak bölge” ilan edilir, kente giriş çıkışlar özel izne bağlanır. Kanunun amaçladığı süreçlerden olmak üzere, "İç Dersim" diye adlandırılan, bugünkü Tunceli'ye çok sayıda karakol inşa edilir.
 Dersimliler Seyit Rıza önderliğinde 1937 yılı başında Reisicumhurluğa bir bildiri sunarak; “ordu mensuplarının bölgeden çekilmesini, askeri amaçlı imar çalışmalarının (köprü, demiryolu vb.) durdurulmasını isteyip, silahlarını koruma hakkı ve vergilerin hafifletilmesi” taleplerinde bulunurlar. Olumlu cevap alamayınca harekete geçerler. Seyit Rıza ve Alişer, karakol yapımlarına ilk karşı çıkanlardandır. Bu durum Haydaran, Kureyşan, Yusufhan ve Demanan gibi bir çok aşiretin de toplanmasını sağlar.
Ocak 1937'de, zorunlu iskan yasanın çıkarılması yöre halkını iyice öfkelendirir. Yasayı tartışmak üzere bir dizi toplantı düzenlenir. Bu toplantılar sonucunda, Vali’ye halkın yasaya karşı olduğunu belirten bir uyarı mektubunu iletecek temsilci heyeti gönderilmesi kararlaştırılır. Mektubu götürenler tutuklanır ve Harput'ta idam edilirler. Kürtler misilleme olarak bir polis konvoyuna saldırıp polisleri kaçırırlar.
Seyit Rıza, Harput'ta Alpdoğan’la bir görüşme yapar. Diğer yandan Abdullah Alpdoğan, Seyit Rıza'nın yeğeni Rehber'le görüşür. Alişer, Rehber'in bu görüşmesine karşı çıkar. Fakat Rehber, Alişer'i dinlemez ve görüşmeye gider. Bu görüşmede Rehber, Alpdoğan tarafından kandırılır ve amcasına ihanet etmesi karşılığında kendisine maddi bazı menfaatler vaadedilir.
İlk saldırı, savaş uçakları eşliğinde silahsız bölgelere yapılır. Bu arada Mazgirt bölgesinde çatışmalar başlar. Bunun üzerine Erzurum ve Erzincan kolorduları bölgeye sevkedilir, Diyarbakır'dan 7. Kolordu Uçak Karargahı'nı Elazığ'da konuşlandırır ve seferberlik ilan edilir.
1937 yılında uçaklar, Dersim'i bombalamaya başlar. 21-22 Mart 1937 gecesi, Pax Köprüsü Demenan ve Haydaran aşiretleri tarafından yıkılır, karakollar basılır. Yusufhan aşireti üzerinde yoğunlaşılır. Burada kadınlar katledilir. Bazı Dersimli kadın ve kızlar da namuslarını koruyabilmek için bedenlerini Munzur sularına bırakırlar.
Bir süre sonra Mazgirt bölgesinde de çatışmalar başlar. Kısa sürede Bahtiyar, Abasan, Corin, Karabal, Haydaran, Demanan aşiretleri de katılır. Alişer, özellikle hedeftedir. Alpdoğan, önceden satın aldığı Rehber'i bu arada devreye sokar. Rehber, on beş gün boyunca harekete katılır. Bu durum bir güven ortamı yaratır. Alişer, hareketi Ağdat Tujik Dağı eteklerinden yönetir. Plana göre Alişer, bölgeyi terkedecektir. Rehber, Alişer ile sık sık görüşür. 9 Temmuz 1937'de Alişer ve eşi Zarife, bölgeyi terketmeden önce, Rehber ve 8 kişi tarafından katledilirler. Kesik başları ordu komutanına teslim edilir.
Dersim kuşatılır. Ormanlar yanmaya başlar.
Seyit Rıza'nın bulunduğu Laçinan Deresi, günlerce direnir. Seyit Rıza sağ kurtulurken, ailesi ve 33 arkadaşı katledilir.
Sonraki günlerde hareket, aşiretler tarafından sürdürülür. Toplantı yapan aşiretler, Munzur suyuna birer taş atarak devam kararı alırlar. Yusufhan aşireti devlet safına katılır. 9 Ağustos 1937'de Şahin Ağa süt kardeşi Lılo Hıdır tarafından kafasına bir kurşun sıkılarak öldürülür. Ardından kafası kesilerek Hozat'taki askeri birliğe teslim edilir.
Seyit Rıza yoğun çatışmalar içinde yeni cepheler açma, diğer aşiretleri safına katma planları yapar. Erzincan Valisi, Seyyid Rıza'ya, “eğer bana yetişirsen, senin can ve mal güvenliğini sağlayacağıma ve şartlarını görüşebileceğime inanmanı isterim” diye mektup yazar.
5 Eylül 1937'de Seyit Rıza, yoldaşlarıyla birlikte Erzincan’a ulaşır. Burada Seyit Rıza ve yoldaşları hemen tutuklanarak zindana atılırlar. Seyit Rıza’nın da aralarında bulunduğu 58 kişi, Elazığ'da, olağanüstü yetkilerle donatılmış ve kararı temyiz edilemeyen özel bir mahkemede yargılanmaya başlarlar. Mahkeme 11 kişiye idam cezası verir. Dört kişinin cezası çok yaşlı oldukları için 30 yıl hapse çevrilir. Seyit Rıza ve beş adamı 18 Kasım 1937'de Elazığ Buğday Meydanı'nda infaz edilir. Seyyid Rıza idam sehpasına doğru ilerler ve çingeneyi itip, ipi boynuna geçirir. Sandalyeye ayağı ile tekme vurup kendi infazını yine kendisi gerçekleştirir.
Seyit Rıza'nın idamından sonra, yeni bir harekat başlar, yüzlerce insan bu harekatta katledilir, evlere doldurularak yakılır.
Toplam 60 bin Dersimli öldürülür, on binlercesi sürgün edilir.


“Ağam buradan gideli
Bu yerler viran oldu”
diyen doğru söylemiştir.
Dersim ve çevresi tam bir viraneye dönmüş, devlet denetimi sağlamak için geride binlerce asılmış, kurşunlanmış ve yanmış beden bırakmış, annelerin, sevgililerin, evlatların gönülleri de viran hale getirilmiştir.
Dersim faciasının çarpıcı bir anlatımını bize Necip Fazıl Kısakürek sunar. Son Devrin Din Mazlumları adlı eserinden ve Büyük Doğu’da yayımlanmış bir yazısından izleyelim :
“En aşağı elli bin müslümanın kanını ve canını ihtiva etmesi bakımından, kalın hatlarıyle bir harita gibi çizdiğimiz ve şu anda yalnız ana prensip ve mânasıyle tesbit ettiğimiz bu facianın, tarihte bir benzeri gösterilemez.
Babalarını arayan ve yanına gitmek istediklerini söyleyen iki mâsum çocuğun Hozat Kaymakamı tarafından süngületilerek babalarının yanına gönderilmesi...Kendisinin öğretmen ve köy halkıyle alâkasız bir şahıs olduğunu iddia ederek alevler içinden fırlamak isteyen bir gencin, kalasla itilip alevler içine atılması ve karşısında sigara içilmesi...Buğday sapları üstünde yakılan, daha evvel kurşunlanmış bütün bir köy halkı... Annesinin karnından sivri uçlu âletle çıkartıldıktan sonra yaşamakta devam eden ve
hala topuğunda bu sivri uçlu âletin izini taşıyan çocuk... Bir dere içinde boğazlanan ve bu fiili yerine getiren cellâdın bulunması bir hayli zorluğa yol açan yirmi mâsum...Ve buna benzer daha neler, daha neler!
Cesetleri değil, mânaları muhakeme ve idam eden tarih, bakalım bu 50.000, çocuk, genç, ihtiyar, kız, kadın, hasta, alil müslüman cesedine karşılık kaç ferdin mânası üzerinde ebedî idam karari verecektir?
Elâzığ Ortaokulunda okuyan iki çocuk...Tatili geçirmek üzere memleketleri olan Hozat'a geliyorlar ve facianın tam üstüne düşüyorlar. Hozat yakınlanndaki köylerine geldikleri zaman babaları Yusuf Cemil'in öldürtülmüş olduğunu öğreniyorlar ve ağlama ya başlıyorlar. Onlara şu karşılık veriliyor:
“Sizi de onun yanına götüreceğiz!”
Çocuklar odadan sürükletilerek çıkartılıyor ve jandarma muhafazasında gittikleri yolda süngületiliyorlar. Böylece babalarının yanına gönderilmişlerdir.
Her evi ayrı ayrı tutuşturulduktan sonra dört bir etrafı ayrıca çalı çırpı içine alınıp alev alev yakılan bir köyden, deli gibi bir adam çıkıp, çalı yığınları gerisinde manzarayı seyredenlere doğru ilerliyor ve haykırıyor:
“Durun, ben köy ahalisinden değilim! Muallimim! Müsaade edin, kendimi size isbat edeyim!”
Fakat sözüne mukabele, bir kalasla itilerek alevler içine atılması oluyor. Adam, evvelâ göğsünün kılları tutuşarak alev alev yanarken, çalı yığınları gerisinde âmir, zevk ve istihza ile sigarasını içmektedir. (Bu vak’a, bana, 1944 yılında, Eğridir'de askerliğimi yaparken, resmî şahıslar huzurunda, yanan adama karşı sigarasını zevkle içtiğini söyleyen Amirden bizzat dinleyenlerce anlatılmıştır.)
Yusuf Cemil'in köyünden 200 kadın ve çocuk öldürtülmüş ve bunların cesetleri buğday sapları üzerinde yakılmıştır. Öldürülenler arasında, Elâzığ'da askerliğini yapan ve o sırada izinli olarak köyünde bulunan Rüstem adında biri de vardır. Bu zavallı, mezun olduğunu ve isterlerse hüviyet ve izin kâğıdını da gösterebileceğini söylediği halde derdini dinletemiyor ve dört çocuğu ile seksenlik anası arasında, onlarla beraber, kurşunlanıyor.
Hozat’ın Karaca köyünden Cafer oğlu Kasım...Bu adam, o tarihten 30 sene kadar evvel Amerika'ya gitmiş, orada 15 yıl kalmış, epeyce para kazanmış ve sonra köyüne dönmüştür. Kasım, Amerika dönüşünde, Birinci Dünya Harbinde Kafkas cephesi
Köprüköy muharebesinde şehit düşen kardeşi Yüzbaşı Şükrü'nün iki çocuklu karısı Şirin Hatun’la evlenmiş, Hozat’a gelip yerleşmiş, orada bir mağaza açmış ve ticarete başlamıştır. Hükûmetle de bazı taahhüt işlerine girişmektedir. Dersim hareketi esnasında, işbu Cafer oğlu Kasım, taahhüt bedelinden alacağı olan 6.000 lirayı tahsil etmek üzere Ovacık Kaymakamlığına müracaat ediyor. Muamelesini tekemmül ettirip parayı kendisine veriyorlar.
Muamele biter bitmez "Seni Hozat'tan çağırıyorlar!" diyerek,onu, mahfuzen yola çıkarıyorlar. Cafer oğlu Kasım, kasabadan ayrıldıktan bir saat sonra jandarmalara öldürtülüyor. Koynundaki 6.000 lira da, iki alâkalı idare âmiri arasında taksim ediliyor.
Zavallının zevcesi Şirin Hatun, o esnada, dört çocuğuyla birlikte, komşularına oturmaya gitmiştir. Kadın, evine döndüğü zaman bir de görüyor ki, kapısı kırılmiş ve bütün eşyası etrafa dökülüp saçılmıştır. Haykırmaya başlıyor:
"Yetişin, evimize eşkiya girdi!"
Bu feryadına karşılık olarak kadın, kapısının önünde, çocuklarıyla beraber öldürülüyor ve dolgun miktarda altını, parası ve eşyası yağma ediliyor.
Bu arada Hozat'ın Zımbık köyünde (Şekspir)in hayaline bile taş çıkartacak, bir vak'a cereyan etmektedir. Erkekleri tamamıyle doğranmış olan köyün 100 kadar kadın ve çocuğu, sivri uçlu âletle (süngü) öldürülüyor. Öldürülen kadınlar arasında biri doğurmak üzere bir gebedir. Bu kadının karnına giren sivri uçlu alet, barsaklarını yere döküyor, rahmini parçalıyor ve kendisini öldürüyor. Tehlike geçtikten sonra gizlendikleri yerden çıkan birkaç kadın, ölüleri gözden geçirirken, bu kadının rahminden düşen çocuğun sag olduğunu dehşetler içinde görüyorlar. Muazzam bir kader cilvesi olarak yaşamakta devam eden çocuğu alıyorlar, emzirtip büyütüyorlar ve ona "Besi" adını koyuyorlar. Bu kız bugün hâlâ aynı köyde ve hayattadır. Sivri uçlu alet annesinin karnına girip rahmini deldiği zaman da onun topukçuğunda bir yara açmıştır ve kız hâlâ bu yarayı topuğunda taşimaktadır.
Hozat'ın Dolantanır köyünden Veli isminde bir genç, Elâzığ Muallim Mektebinde okuduktan sonra öğretmen olarak Trakya'ya gönderilmiş, orada evlenmiş, 3 çocuk sahibi olmuş ve tam da Dersim hareketi başlamak üzereyken, karısı ve çocuklarıyla, yaz tatilini geçirmek üzere köyüne gitmiştir. Genç muallimin köyü, erkekli ve kadınlı, çocuklu ve ihtiyarlı doğranırken, kendisi, karısı ve çocukları da aynı akıbete mahkûm edilmiş ve cesetleri yakılmıştır.
Mazgirt Tersemek nahiyesinin halkı doğranmakta... Merhamet sahiplerinden biri, birle on yaşı arasında 20 kadar çocuğu alıp bir derenin içine saklamıştır. Vaziyet birden haber alınıyor.
Çocukların öldürülmeleri emri veriliyor. Fakat bu emri yerine getirebilecek kimse zuhur edemiyor. En katı yürekliler bile, böyle müdafaasız masumlara silâh kullanamayacaklarını söylemeye mecbur kalıyorlar. Tecrübe birkaç defa akamete uğruyor ve hayli sıkıntı mevzuu oluyor. Nihayet en kara yüzlü çingenelerden daha karanlık suratlı bir adam bulunuyor ve bir dere içinde titreşe titreşe bekleyen 20 masumun işi bitiriliyor.
Murat suyunun kandan kıpkızıl aktığını görenler olmuştur.
Celâl Bayar'ın Başvekil ve Mareşal Fevzi Çakmak'ın Genelkurmay Başkanı bulunduğu 1938 yılında cereyan eden Dersim faciası, bütünleştirilmesini okuyucularımızın hayaline ve istikbaldeki tarihçinin kalemine bıraktığımız birkaç teferruat çizgisi halinde budur!
Dayandığı tek sebep de birtakım asayişsizlik ve itaatsizlik bahanesi altında, bütün Doğu Anadolu'yu kapsayıcı olarak, o mıntıkanın bir türlü sulandırılamayan koyu İslâmi rengidir.
Bir kıvılcım halinde gösterdiğimiz Dersim yangınının kömürleştirilmiş 50.000 cesedinde, kutup şahsiyetler dışı bir yığın olarak din mazlumluğunun en çarpıcı levhasını seyredebilirsiniz.”

Bütün bunları bize, farklı bir öyküden gelse de bu türküden daha yakıcı ne anlatabilir?

 Dersim, dört dağ içinde;
Gülü, bardağ içinde.
Dersimi Hak saklasın,
Bir gülüm, bağ içinde

Pertek önünde kelek,
Dersime gidek gelek.
Elin elimde ola,
Kapı kapı dilenek.

Harput'un Bayır başı
Şen olsun dağı taşı
O yardan ayrı düştüm
Durmuyor gözüm yaşı

Bu dağın ardı meşe
Gün gide, gölge düşe
Beni yardan edenin
Evine şivan düşe

Bu dağın ensesine
Uyandım yar sesine
Yar gider ben giderim
Düşmüşüm gölgesine

Kürtlerin (En) Hüzünlü Kahramanı : Şeyh Said

04.07.2010 10:13  29 Haziran, Şeyh Said Efendi’nin idamının seksenbeşinci yıldönümü…
Bu satırları yazarken ne denli ‘tarafsız’ olabileceğime ilişkin bir fikrim yok. Zira, kendisi CHP delegesi olan babamın babası yani dedem Sadık Baba (Kamil), Şeyh Said’in oğlu Şeyh Ali Rıza efendiye intisaplı bir derviş idi. Dedem öldüğünde yedi yaşındaydım, hayal meyal hatırlıyorum. Uzun boylu, göğüslerine dökülen beyaz sakalı ve sarığıyla, çarşıdan dönerken şalvarının cebinden çıkarıp bize dağıttığı fasulye şekerleriyle, babaannemle birlikte akşamları, mahser çalarak yaptıkları kelime-yi tevhid zikirleriyle bugün benim için bir geçmiş zaman hülyasına dönüşmüş olan adamın silsilesine baktığımda, Şeyh Said’in oğlu Şeyh Alirıza efendinin mührünün altında onun adını görmüştüm. Dedemin ortanca oğlu olan babamla birlikte bu gelenekte bir kırılma yaşanıyor ve dediğim gibi babam CHP’li oluyor. Dayım daha çok hapislerde geçen yaşamında Dev-Yol ve diğer örgütten insanları arkadaş edinmişti. Ağbim keza öyleydi, Dev-Genç’liydi, evimizde Muazzez Türing’in Karaoğlan şarkısı, Mahsuni’nin, Selda’nın 45’likleri çalar, duvarlarımızda Ecevit’in, Yılmaz Güney’in, Deniz Gezmiş’in posterleri olurdu. Babamla dedemin dünyaları arasındaki bu muazzam farkın, bende, zamanla durulduğunu söyleyebilirim, sadece durulmakla kalmadığını, bir tür uzlaşmaya dönüştüğünü…Zira, ben, dedemin şeyhinin babası olan Şeyh Said efendiye de irfani geleneğin içinden bakmayı öğrendim, Aşık Mahsuni’nin Kul Himmet’ten okuduğu duvazimamları da coşkuyla dinledim. Selda’nın gırtlağı ve şarkıları da beni etkiledi, Şeyh Said’in Necip Fazıl’ın kaleminden o trajik yaşam öyküsü de.

 Şeyh Said başta olmak üzere, yakın tarihimizin bütün itirazlarını resmi tarihin etkilerinden azade biçimde okumamız ve yorumlamamız, bizim kuşağımız açısından neredeyse imkansızdır. İlkokuldan itibaren, (hemen bütün ders kitaplarında) Cumhuriyet’i kuran iyilerle, onu yıkmaya çalışan kötülerin hikayelerine dayalı mitik bir tarih kurgusu oluşturulmuştur. Bu süreçlerden geçen zihinlerin bir gün mutlaka günyüzüne çıkmak gibi kötü bir huyu olan ‘gerçek’i kavramak için farklı bilgi-belge kanallarına ulaşmaları oldukça güçtür. Bu güçlüğü, bir şairin duygusal dilinden, Son Devrin Din Mazlumları’ndan bir kez daha yaşamıştım. Necip Fazıl bir ‘öcü’, bir ‘canavar’ olarak sunulan Şeyh Said’e ilişkin, o ana değin okuduklarımı tümüyle ters yüz edecek şeyler anlatıyordu. Gerçek bu denli ters yüz edilmiş olamazdı diyerek bu kez Üstad’ın abarttığını düşünmeye başladım. Ne var ki, Şeyh Said’e ve benzeri kalkışmalara ve onların bertaraf edilme biçimlerine ilişkin farklı okumalar yaptıkça, gerçeğin hiç de bize anlatıldığı gibi olmadığını düşünmeye başladım.
Dedem bu kadar çok yanılamazdı.
Şeyh Said’in çevresini, kişiliğini ve ‘isyan’ olarak sunulan olayların arkaplanını Modern Türk şiirinin doruklarından biri olan Necip Fazıl Kısakürek’ten de, olaya karışan tanıklardan da, vicdanı kirlenmemiş tarih yazıcılarından da izlersek şöyle bir tablo ile karşılaşıyoruz :
1925 yılı Şubatının 13. Günü, günlerden Cuma…Diyarbakır Ergani’nin Piran köyündeyiz….Köyün adı, yörede sıkça rastladığımız ‘pir’lerden, manevi kılavuzlardan geliyor. Kısakürek’in betimlemesiyle, ‘Kuvvet ve heybet timsali
dağ çemberinin sınırladığı vadi ortasında, tam da Doğu Anadolu’ya has şekil ve üslubuyla Piran köyü...En yükseği iki katlı evler, toprak damlar ve yalçın taş bloklarından, sağır duvarlar. Cumhuriyet ilan edileli 16 ay geçmiş ve onun ikinci kış mevsiminde, Doğu Anadolu, her zaman olduğu gibi, küçücük bir çocuğu dev kadar gösterecek postlara bürünmeyi gerektiren bir soğuğa batmıştır. 13 Şubat cuma günü, güneşin ilk ışıkları Piran köyünü halkalayan dağları yaldızlarken, uzaktan, kalabalık bir atlı kafilesinin köye doğru yol aldığı görüldü. Arap kanı karışık Uzun Yayla tipi atlar üzerinde, omuzlardan çaprazvari atkılı ve kalın bel kemerli fişeklikleri, tüfekleri ve hançerleriyle tepeden tırnağa silahlı ve yerli kılıklı 3-5 yüz süvari...Bir süvari alayına denk bir kuvvet...” Buraya kadar her şey olağan…Hatta Şeyh Said’in, ‘güzel yüzlü, derin gözlü, tatlı bakışlı, kuvvetli bir yapıya ve heybetli bir edaya sahip, yaşı 60, fakat görünüşü genç bir insan...’ın yeğeninin gelişine değin asayiş berkemal…Nitekim kardeşi Şeyh Abdurrahim’in oğlunun düğünü vesilesiyle gelen aşiretin bu ulusunu, çoluk çocuk, genç, ihtiyar bütün köy, kendisini atların ayağına atarcasına karşılaması da… Az sonra, Üstad Necip Fazıl’ın o kendine özgü anlatımıyla, ‘konağın büyük sofrasında ileri gelenlerden yüz kadar insan, diz üstü ve yere çökmüş, başköşede bağdaş kurmuş Şeyhi dinlemekte...Birçoklarının Cuma namazından önce cami vaazı diye kaydettiği sözler, hakikatte, Piran ağası ve Şeyh Said’in kardeşi Abdurrahim’in evinde bir konuşmadan ibarettir ve o günkü rejim üzerinde Şeyhin bütün görüşünü çerçevelemektedir:
“Medreseler kapatıldı. Din ve Vakıflar Nazırlığı kaldırıldı. Din tedrisatı Maarife bağlandı. Gazetelerde birtakım dinsiz muharrirler Peygamber Efendimize dil uzatmaya cüret ediyorlar. Ben bugün, elimden gelse, bizzat dövüşmeye başlar ve dinin yükseltilmesine gayret ederim.”
Aslında olayın özü budur. Sonrasında herhangi bir ‘tarih kitabı’ndan da öğrenileceği üzere Şeyh Said ve yakınlarının, dostlarının sözümona Cumhuriyeti yıkmak üzere muazzam bir ‘kıyam’ gerçekleştirdikleri, bunun ‘dış güçler’ce geriden kurgulanmış bir ‘hain saldırı’ olduğu söylenerek bu güzel insan ve yakınları acımasızca yok edilmiştir. Yargılanmaları, asılmaları zaten başlı başına hukuk dışı, ahlak dışı ve zorbacadır. Kamu vicdanında derin yaralar açan böylesi kıyımlar bizim yakın tarih belleğimizin ana malzemelerini oluşturur. Necip Fazıl’ın, ‘mazlum’ nitelemesi son derece yerindedir. Şair’in gerçekten de o dönemde sesini böylesine yiğitçe ve hak ve adalet duygusuyla yükseltmesi her türlü övgünün üzerindedir.

Egemen sistemin nosyonlarına ters düşenin ‘hain’, ‘alçak’, ‘dış güçlerin piyonu’ biçiminde nitelendiği kara bir dönem…Hukukun çiğnendiği, ahlaki olanın tersyüz edildiği bir süreçtir bu…Esas itibariyle, Şeyh Said’in kalkışmasındkia temel motivasyon, Cumhuriyet modernleşmesinin köktenci seküler reformlarınadır. Bu itiraz’ın ustaca kotarılmış bir manipülasyonla, bir tür örgütlü bir ‘isyan’ biçiminde nitelenmesi ve her türden bireysel ve kamusal hukuk normlarının çiğnenerek kıyıcı biçimde bastırılmasının ne bunu yapanlara ne de kamuya bir yararı olmadığı gibi, bugün hala kamusal vicdanın, özellikle de Kürtlerin belleğinin kanamasına yol açtığı açıktır. Bir vakit, Genç Siviller’in Bilgi Üniversitesi’nde düzenlediği (29 Ekim’de) ‘Cumhuriyet’in Gözü Yaşlı Çocukları’ etkinliğinde de Şeyh Said gibi mazlumlar anılmış ve orada bulunan farklı siyasal, dini, etnik ‘köken’den insanın vicdanının en uzak köşelerindeki merhamet ve adalet duygusu hareketlenmişti. Bugün, modern tarih belleğinde bu türden örselenmelerin yol açtığı sorunlarla boğuşuyoruz. Bunların rehabilitasyonunun ‘devlet’e dolayısıyla kamuya nelere mal olduğunu belirtmeye zaten gerek yok.
Şeyh’in torunlarından Ahmed Fırat’ın Dava dergisinde yayımlanan bir söyleşisinde (Haziran-Temmuz, 1990)  söylediği gibi, kendisinin ‘İngilizlerle ilişkisi olduğu’na dair iddia kirli propagandanın bir parçasıdır. Kalkışmanın özünü, seküler reformlara itiraz oluşturmaktadır :

 “(…) Yani isyana yönelik bir hazırlık yok muydu?

Hayır, o yönlü bir hazırlık yoktu. Yalnız Şeyh Efendi, rejim hakkında “buna itaat lazım gelmez, çünkü Allah’ı tanımıyor, milletin de o idareye karşı çıkması lazım” diyordu. ‘Allah’a isyan edene millet de isyan etsin’ diye bir hadisi şerif var, onu söylüyordu.

Rejimin hangi uygulamalarından dolayı böyle düşünüyordu?

Şeriatı kaldırdı, Kuran hükmünü kaldırdı, rakıyı, faizi serbest etti. Bunlar hep Allaha isyan etmektir. Hadise göre, bunları kabul etmeyeceksin. Şeyh Sait Efendi’nin fikri buydu. (…)”

Sonrasında Diyarbakır’da onlarca insan hukuk, vicdan ve ahlakın rağmına idam edilir. Bu hüzünlü sürecin sonu, Şeyh’in torunu Ahmed Fırat’ça, andığım kaynakta şöyle anlatır : Behçet Cemal’in yazdığına göre, Dağkapı meydanında sıra sıra dizilen kırkyedi “sepi” (darağacı), seyre çağrılanların iyi görmesi için aydınlatılmıştı.
Seçkinlerin tribünü, darağaçlarının hemen karşısındaydı. İdam mahkûmları, sıralarını beklemek üzere tribünün önünde durakladılar.
Bu sırada, Kürtçe aksanlı bir ses duyuldu:
“Said Efendi nerede?
Şeyh, sesin sahibini tanımıştı. Mahkeme üyelerinden Revanduzlu Kürt Ali Saib’di bu.
Şeyh Said:
“Buradayım Saib Bey” diye karşılık verdi.
Sonra, “idamlar ayininin evrensel tarihinde” eşine nadir rastlanan bir diyalog başladı.
Şeyh kahırlı bir gülüşle ona şeref sözünü hatırlatıyordu:
- Ali Saib Bey, hani ya, doğruyu söylersem kurtaracaktınız?
- Ne yapayım Said Efendi, seninle Hınıs’ta kuzu yiyemedik.
- Doğruyu söyledim, Saib Bey, Ama siz cezamı hafifletmediniz.
- Şeyh Efendi, bundan hafif ceza mı olur?
 Şeyh güldü.
- Bundan ağırını siz söyleyin…
Ali Saib suskun kalmıştı. Şeyh, ekledi:
- Seni severim. Ama seninle mahşer günü mahkeme olacağız.
Ali Saib öfkeyle bağırıyordu.
- Bu kadar Türk kanının dökülmesine, ocakların sönmesine sebep oldun. Cezanı çekeceksin!
Ali Saib, yakaladığı avla oynayan kedi misali, kurbanıyla oynamanın zevkini çıkarıyordu. Ama kurbanı darbelerin altında kalmıyor, karşılık veriyordu.
- Seninle, mahşer günü mahkeme olacağız!..
Mürsel Paşa ve milletvekilleriyle yan yana oturan mahkeme başkanı Lütfi Müfit Özdeş de diyaloğa katılıyordu:
- Beni mi çok seversin, Saib’i mi?
Şeyh, kimseye özel düşmanlığı bulunmadığını söyleyince, Diyarbakır Valisi Mithat Bey de söze karışıyor ve bağırıyordu:
- Mahşer günü, adil yargıçlarımızla değil, öldürdüğün masum insanlarla mahkeme olacaksın!
Şeyh, mahşer günü zulüm yapan güçten hesap sorulacağı anlamına da gelen şu cevabı veriyordu:
- Boynuzsuz keçinin ahını, boynuzludan alırlar…
Şeyh’in cevabına sinirlenen Mürsel Paşa da tartışmaya katılmıştı. Paşa, gereksiz ve haksız yere bir isyan başlatıldığını bağırıyordu. Çünkü Kürtler dahil, memlekette herkesin özgür olduğunu, devletin kimseye müdahalede bulunmadığını, Kürtlerin bundan böyle daha özgürce yaşayacağını söylüyordu.
Şeyh, generali dudaklarında alaylı bir gülümsemeyle dinledikten sonra şöyle diyordu:
- Gelecek gecelerin, geçen günlerden farkı yok…
Mahzar Müfit Kansu, bu arada cebinden bir defter çıkarıyor, Şeyh’e uzatıyordu:
- Şeyh Efendi, sen ayrıca şairsin, Rica etsem benim için bir şeyler yazar mısın?
- Hay hay!
Şeyh deftere şunları yazdı:
“Bu dünyadaki hayatımın sonu geldi. Şu basit ağaç dallarına asmanıza perva etmem. Kurban edildiğimden dolayı pişmanlık duymuyorum. Muhakkak ki yolum, Allah, din ve halkımın yoludur.” Bir yandan da “idamların icrası” sürüyordu. Elleri arkadan bağlı mahkûmlara birer beyaz gömlek geçiriliyor, boyunlarına mahkeme kararının özeti asılıyor, sonra tek tek darağacına götürülüyordu. Mahkûmlar asılmadan önce “son istekleri”nin sorulması ihmal edilmiyor, ama istekler yerine getirilmiyordu. Hanili Mustafa Bey, son arzusu sorulduğunda, “önce beni asın. Oğlumu ipte görmeyeyim” diyordu. Fakat isteği kabul görmüyor, önce, oğlu Mahmud asılıyordu. Mustafa Bey, oğlunun darağacına yürüyüşünü, boynuna sicimin geçirilişini, taburenin çekilmesini seyrediyor, son haykırışını dinledikten sonra, ipin ucunda sallanmasını görüyordu. Sonra, acı içinde sehpaya yürüyordu. Sıra, isyanın liderindeydi. Ona, idam gömleği giydirdiler. “Ferman” denilen mahkeme kararının özetini astılar boynuna,
 Şeyh’in yüzü kıpırtısız, aldırışsızdı. Yalnız dudakları, belli belirsiz kıpırdıyordu. Şeyh dualar okuyordu. Diri ve çevik adımlarla sehpanın önüne gitti. Kimsenin yardımına izin vermeden sandalyeye çıktı. Boynuna ilmik geçirilirken, tören için hazırlanan “şeref tribününe baktı. Sonra, son sözlerini söyledi ve son kez gülümsedi. “Dünyadaki hayatımın sonuna geldim. Dinim ve halkım için kendimi kurban ettiğimden dolayı pişmanlık duymuyorum. Yeter ki torunlarımız, düşman önünde bizi mahcup etmesinler.”
Cellât, ayağının altındaki sandalyeyi çekiyor ve Şeyh’in ince, uzun bedeni, gecenin içinde dönmeye başlıyordu.”
 
Şeyh Said Efendi’yi, ölümünün seksenbeşinci yıldönümünde rahmetle anıyorum. Sözü, ölümünden önceki sözü ile kendisine bırakıyorum :
 “Define ile yılan, gülle diken, sevinçle gam bir aradadır.”

Donanım Görsel Eğitim Seti

alt

Donanım Görsel Eğitim Seti

Kendi pc nizin  ustası olun.Hangi parça  nereye  takılır ve nasıl  çıkarılır görüntülü

Donanım hakkında üstün bir bilgiye sahip olmadan herkesin anlayabileceği görsel, akıcı ve basit anlatım tekniği
ile PC Montajı ve ip uçları,çözümler Eğitim Videosu. Donanım seçerken dikkat edilmesi gerekenler ve PC montajının
en ince ayrıntılarına kadar bir çok detayı bu eğitim videosunda bulabilirsiniz. BIOS ayarları ve Windows kurulumu
da dahil olmak üzere eksiksiz bir PC montaj ve donanımcı rehberidir.

BÖYLE GÖRSEL EĞİTİM SETİNİ BAŞKA YERDE BULAMAZSINIZ!!!

alt

alt

HOTFİLE:

FİLESERVE:


PARTLAR UYUMLUDUR..KARIŞIK İNDİREBİLİRSİNİZ...

Adım Adım Windows 7 Kurulumu

Resim
Adım Adım Windows 7 Kurulumu
Windows kurulumunda standart olan; bilgisayarınızın "BIOS" ayarlarından "BOOT" menüsünden seçtiğiniz "CD veya DVD ROM" ile başlatma seçeneğini seçtikten sonra bilgisayarınızı tekarar başlatın ve kurulum ekranına geçin.. Şimdi sırasıyla aşağıdaki adımları takip edin..

ADIM 1
İlk olarak karşınıza "dil ayarları", "saat ve para birimi" ve "klavye seçeneği" olan ekran
gelecektir.. burada gerekli seçimlerinizi yaptıktan sonra "İLERİ" sekmesine tıklayın..
Resim
ADIM 2
"Şimdi Yükle" seçeneğini seçerek ilerleyin..
Resim
ADIM 3
"Lisans Koşullarını Kabul Ediyorum" sekmesini işaretleyin ve "İleri" butonuna tıklayın..
Resim
ADIM 4
"Özel (Gelişmiş)" bölümünü tıklayarak ilerleyin..
Resim
ADIM 5
"Sürücü seçenekleri (gelişmiş)" bölümüne tıklayın..
--> Eger mevcut olan bolumler silinip yeni bolum olusturulacaksa asagidaki anlatimi uygulayin..


Öncelikle bilgisayarinizda mevcut olan tum HDD bolumlerini silmeniz gerekir.. Bunun icin, "Sürücü Secenekleri (Gelismis)" butonuna tikladiktan sonra "Sil" secenegi ile tum HDD bolumlerini silin..En sonunda "Ayrilmamis Alan" isminde bir tek bolum kalacak.. Bu bolumun uzerine tiklayip, yine asagidaki seceneklerden "Yeni" secenegini secin.. Karsiniza ayirmak istenilen alan ile ilgili bir ekran gelecektir.. Bu ekranda ornegin (250 GB HDD var, ve 100 GB C ye, 150 GB D ye ayrilmak isteniyor)ilk olarak C ye "100000" yazip onayladiktan sonra , geriye kalan alani da D ye ("135000" mb civarinda kalmasi gerekiyor) ayrilacaktir.. Bu durumda bolum ekraninda 3 ayri bolum olacaktir..


- 100 MB lik sistem alani,
- 100 GB C
- 150 GB D


Daha sonra C bolumunu bicimlendirdikten sonra win7 kurulumuna gecin..


-------


--> Eger mevcut olan bolumleri kullanarak kurulum yapilacaksa "ADIM 6" ya gecin..
Resim
ADIM 6
Bu bölümde bilgisayarınızda mevcut bulunan sürücüler bulunmaktadır.. (C ,D, E vb..)
Burada windows u hangi bölüme yüklemek istiyorsanız o bölümü seçin ve "Biçimlendir" sekmesine
tıklayarak sürcünüzü biçimlendirin ve "İleri" butonuna tıklayın..
Resim
ADIM 7
Windows yüklemeye başladı.. Bilgisayarınızın hızına göre windows un yüklenme süresi değişecektir..
Resim
ADIM 8
Bilgisyarınız birkaçkere kapanıp açıldıktan sonra yükleme işlemi tamamlanacaktır..
ve sırasıyla aşağıdaki bölümler gelecektir.. Gelen ilk bölümde "kullanıcı adınızı" girerek "İleri"
butonuna tıklayın..
Resim
ADIM 9
Bilgisayarınız açılırken "parola" istemesini istiyorsanız "parola" kısımlarını doldurun ve "İleri"
butonuna tıklayın..
Resim
ADIM 10
"ÜRÜN ANHTARI" kısmına hiçbirşey yazmayın ve "İleri" butonuna tıklayarak bir sonraki adıma geçin..
Resim
ADIM 11
"Önerilen Ayarları Kullan" sekmesine tıklayın...
Resim
ADIM 12
Son aşama olarak "saat ve tarih" ayarlarını yaptıktan sonra "İleri" butonuna tıklayın ve
Windows 7 kurulumunu tamamlayın...
Resim

NOT:ARTIK WİNDOWS 7 KURULUMU TAMAMLANMIŞTIR.. SITEMIZDEKI WINDOWS 7 KONULARINDAN CRACK I INDIRIP UYGULAYIN..

Alıntıdır.Sgnlive Tşklr

Merakla Beklenen Cod: Call Of Duty 7: Black Ops

Merakla Beklenen Cod: Call Of Duty 7: Black Ops
Call of Duty 7 - Black Ops'un ilk görselleri yayınlandı. Treyarch'ın resmi açıklaması da geldi ve oyunun konusu hakkında detaylar ortaya çıktı.Vietnam konulu olduğu zaten ortaya çıkmıştı ama ekran görüntülerinde açıkça seçilen Vietnam askerleri, Amerikan ordu helikopterleri, ormanlar ve Vietnam'a özgü köyler dikkat çekiyor.Oyunda Amerikan Özel Kuvvetleri, ya da oyuna ismini verdiği şekliyle Black Ops: Gizli Operasyonlar yürüten kuvvetler de görülüyor. 2. Dünya Savaşı'nın popülerliğinin azalması ve Modern Warfare'in rekor kırması sonucu, Vietnam döneminin Modern Warfare'e daha yakın hale getirilmeye çalışıldığı da ekran görüntülerinde görülüyor.Call of Duty 7: Black Ops, oyuncuları ne kadar yakalayabilecek elbette ancak piyasaya çıkınca göreceğiz.Activision'u zengin eden Call of Duty serisi yeni oyunlarla son hız devam ediyor. Modern Warfare 2'in kırdığı satış rekorlarıyla birlikte artık serinin sıradan bir oyun olmadığı da ortaya çıkmıştı. Aslında İkinci Dünya Savaşı konusunu işleyen yapım, Modern Warfare adlı dördüncü oyunla birlikte sıradan bir FPS'nin ötesinde bir hal aldı.Oyuncuları, modern savaş döneminde birer askere çeviren bu yapım Modern Warfare 2'yle birlikte Call of Duty serisinin de kaderini değiştirdi. Yine 2.Dünya Savaşı temalı Call of Duty: World at War adlı oyunda istediği başarıyı yakalayamayan Treyarch, seriyi zaman yolcuğuna uğrattı.Activision aldığı kararla, Treyarch ve Infinity Ward firmalarının sırayla yeni bir Call of Duty yapmasını uygun görmüştü. Treyarch aldığı radikal kararla, neredeyse 20 yıllık bir dönemi konu alacak yeni bir oyun üzerinde çalışmaya karar vermişti.Geçtiğimiz gün resmi olarak satış tarihi duyurulan Black Ops adlı oyun için firma, gizemlerle dolu bir fragaman hazırladı. 1 dakikadan az süren bu fragmanda, ekranda görünüp saniyeler içerisinde kaybolan birçok oyun görüntüsü gizli. Videoyu kare kare izlediğiniz zaman, oyunun içi görüntüleri de görmüş oluyorsunuz.
Saydam Cep Telefonları
Futuristik endüstriyel tasarımlarıyla göz dolduran Amerika'lı Yanko Design firması sade, minimalist ve tek kelimeyle "havalı" bir cep telefonu konseptine imza atmış. Telefonun adı: Window Phone! Cep telefonunun bir moda objesi, modanın da insanların kendini ifade ediş biçimi olduğunu vurgulayan tasarımcı Seunghan Song, çoğumuzun taşımak ve sergilemekten hoşlanacağı türden bir telefon sunuyor beğenimize...

Hayal gücünün mevcut teknolojik olanakların bir kaç adım önüne geçtiği tasarımın en çarpıcı özelliği, tamamen saydam olup, hava durumuna göre görünüm değiştirmesi! Sıcak havalarda berrak, soğuk havalarda buğulu; hatta yağışlı havalarda camı boncuk boncuk su olması tasarlanmış bu telefonda tuş takımı yok, aksesuar yok; tam ekran, havalı mı havalı bir downpc teknolojik hadise! Sanki olduğu haliyle yeterince romantik değilmiş gibi, arama ve mesajlaşma gibi işlemlerinizi gerçekleştirmek için önce telefona güzelce bir "hohlamanız" gerekiyor! Ama üzülmeyin, karşılığında kendinizi yeniden 5 yaşında hissedeceksiniz ve nefesiniz kesilse de alacağınız estetik haz eşsiz olacak!

Tarayıcı savaşı: Internet Explorer 8 coştu!


  • Tarayıcı savaşı: Internet Explorer 8 coştu!
    Belki inanmayacaksınız ama Internet Explorer'ın kullanım oranı atağa kalktı... İşte son rakamlar...

    Internet Explorer 9 henüz çıkmamış olmasına karşın, IE pazar payınıa artırmayı başardı.
    Google Chrome tarayıcıdan 3 kat daha fazla artış sağlayan Internet Explroer 8 özellikle de Amerika'da artışta. Yüzde 0.66'lık artış ile IE8 sürümü yüzde 25.84 paya ulaşırken, IE6 yüzde 17.17 ve IE7 yüzde 11.79 paya sahip oldu.
    Microsoft'un toplam payı yüzde 59.75'ten yüzde 60.32'ye çıkarken, Firefox yüzde 0.51 düştü. Chrome ise yüzde 0.2 pay kazanmayı başladı.
    Net Applications'un sunduğu sonuçlar, Internet Explorer 8'in hala çok güçlü olduğunu gözler önüne serdi.